Eda

Her sabah, her öğlen, her ikindi, her akşam ve her gece aynı saatte mutfak camımın önünden geçiyor. Biblo gibi zarif, narin, nahif, naif. Türkçe bir ismi olsa, Eda olurdu. Öyle bir edâ ki, bir salınmasıyla, insanın içindeki buzdağları kırılıyor, tuzla buz oluyor.. Hani denizin altındayken duyduğun, insanın içine sonsuz bir huzur veren, küçük taşların sakince tıkır tıkır tıkır yuvarlanma sesi vardır ya.. Öyle bir huzurla doluyor içim, onun tıkır tıkır ayak seslerini her duyuşumda. Duyuş dediysem, bildiğin duyuş değil elbet. Aramızda bir bahçe, bir yalıtımlı ev duvarı, bir pencere (karasinekler dalmasın diye bu sıra sürekli kapalı duran)... Duymak; bazen kulaksız yapılan bir eylem..... Duyma hissi. Tıkır tıkır tıkır, bir farecik gibi usul. Usulcacık, narincecik bu kızın varlığından bile haberim olmazdı ya, ufacık Jack Russell köpeği olmasa.. 8 haftalık bir köpek; kızdan bile narin, kızdan bile ufacık tefecik, içi dolu turşucuk. Hev hev hev. Henüz hav bile diyemiyor, öyle bir m...