İlk o..
Buraya ne yazacağımı çok iyi biliyorum: diğer insanları. Ama, şu geçen 11 günde, ilk kimi yazacağımı düşünüp durdum... Rastgele yazmak istiyordum; önem sırası olmadan, ama bir yandan da ilk onu yazmak istiyordum. Karıştım, düğüm olup kaldım....
Düğümü çözmenin tek yolu, ilk onu yazmak....
Hayatımda kimseye çok yaklaşamadım ben. Yakın ve sıcağım, neşeli ve konuşkan, anlayışlı ve duyarlı, gerektiğinde susmayı, omza bir el koymayı başaran. Aslında herkesin yakınlaşmak istediği biriyim.. Ama içten içe, kimseye çok yakın hissetmiyorum. Bir noktada, tırnaklarımı, dişlerimi gösterme ihtiyacı duyuyorum, "fazla yaklaşma...." uyarısı veriyorum. Bu herkes için böyle sanıyordum ama değilmiş.. Bazı insanlar birbirlerine başka türlü bağlanıyorlar, bazı anne-çocuk ilişkilerinde ya da bazı çiftlerde görüyorum bunu. Demek ki olabiliyormuş diyorum, sanırım içimde, en derinlerde bir yerler sızlıyor öyle zamanlarda..
*
Onu ilk tanıdığımda kaç yaşındaydım bilmiyorum.
Çok küçüktüm, orası kesin. Onu bana tanıştıran ananemdi. Baba derdi ona. Ananem baba diyorsa, daha o zaman bile çok yaşlı olmalıydı.. Bir hukuk vardı ananemle arasında. Ananem ona güvenirdi, sayardı, korkardı. Bense merak ederdim, sorgulardım; kaç yaşındaydı, ne severdi, neyi sevmezdi, şöyle desem sever miydi, böyle yapsam kızar mıydı... İlk ilişkim ondan korkmak oldu. Çünkü kuralları vardı, uyulmazsa cezalar söz konusuydu. Fakat sevecen bir yanı da vardı; çok affediciydi mesela, hiç kızmıyordu ama hayal kırıklığına uğruyordu, bunu da içimde bir suçluluk duygusu yeşerterek yapıyordu.. Kendimi kendime kızdırtıyordu mesela, bu çok tuhaf, çok etkileyici bir huyuydu. Bir de herşeyden haberi oluyordu, hiçbir şeyi saklayamıyordum ondan, mutlaka biliyordu....
Sonra bir gece. 10 yaşındaydım. Ankara Kavaklıdere'deki evde. Küçük odada. Televizyon izliyordum ve birden ona takma adlar takmaya başladım içimden. Evde küfürü bırak kötü söz edilmezdi ama aklıma en kötü hakaretler, en ağır küfürler ve sonunda en ekstremi olarak "bok" demek geldi :) Bok çünkü o bile denmezdi, be-o-ke denirdi evde... Bok bok bok... "Bok ... baba". Sürekli içimden tekrar ettiğimi hatırlıyorum, kendimi susturamıyordum, kontrolsüzce tekrar ediyordum.. İçimden. Ve ağlamaya başladım. Ananem o zaman şaşırdı ve korktu: "ne oluyor öyle sana?" dedi, içimdeki savaşa yenik düşmek üzere olduğumu fark ederek....
İlk başta söyleyemedim. İçimden söylediklerimi dışımdan söylemeye cesaretim yoktu fakat ben de kendimden korkmuştum, hüngür hüngür ağlıyor, susturamıyordum kendimi.. O zaman ananem iki omzumu tuttu ve "söyle" dedi. Gözleri dehşetle açılmış, korku ile öfke arası bir ifade yerleşmişti yüzüne. O zaman söyledim: "Bok ... baba diyesim geliyor sürekli".... Ve yeniden hıçkırıklara gömüldüm.....
Ananemin omzumu kavrayan eli o zaman gevşedi... Saçımı okşadı. Bu muydu? dercesine yumuşadı gözleri, yuvalarına geri yerleşti ve gülümsedi... Ah çocuk......
"... baba ya duyarsa böyle dediğimi, ya beni bir daha hiç sevmezse, hiç konuşmazsa benimle, ya küserse...." deyip ağlamaya devam ettim. Ananemse bir süre düşüncelere gömüldü. Bana diyeceklerini hesaplıyordu belki de. Bu anın, uzun hayat yolculuğumda belirleyici bir an olduğunu hissetmişti mutlaka.
Ağzını açtığında, ondan beklemediğim kadar sakin, yumuşak, derin bir ses çıktı: "sen ona ne dersen de, o senin kalbindeki sesi duyuyor, sen hangi kelimelerle konuşursan konuş, onun duyduğu bir dil ya da kelimeler değil, Allah Baba cümlelere, kelimelere ihtiyaç duymaz, o senin ne diyeceğini, ne demek istediğini daha sen kelimeler olmadan, düşünürken bilir. O sana bir kelime, bir küfürden kızmaz kızım, o senin içindekini bilir. Korkma, kalk elini yüzünü yıka ve bir daha aklına bu çirkin kelimeler gelirse de gül ve geç ve de ki "ah şeytan, yakaladım seniiiii, istediğin kadar uğraş, Allah Baba benim içimi biliyor, içimi değiştiremezsin" de.... Başka hiçbir şeye ihtiyacın yok... haydi kalk"
*
O gün bugündür, ananemin Allah Baba'sı benim tam içimde, kalbimde oldu hep. En zor anımda, en yalnız hissettiğimde, en çaresiz hissettiğimde değil, en mutlu anımda, en büyük farkındalıklarımda, en "oy ucuz kurtuldum" anlarında, en "ohaaaa amma şanslıyım" anlarımda ve en "inanamıyoruuuuuum" anlarımda hep yanımda oldu. Ona bazen Allah dedim, bazen Tanrı, bazen Yaratıcı, bazen içimdeki terazi.. Onun hem iyiyi hem kötüyü barındırdığını, iyi kadar kötüyü de barındırdığını hep bildim. Şeytanı yaratmasındaki nedeni anladım ve hak verdim, hatta bu "bütünleyiciliğine" saygı duydum. Kendi içimdeki şeytanlarla savaşırken de, onun en tepeden izlediğine, bu savaştan nasıl çıkacağıma, yaramı beremi nerelerde aldığıma hep dikkat ettiğini gördüm. Öğrenemediğim derslerin bütünlemelerini hep sunuyor oluşuna, bazı derslerden inatla kaldığım halde benden hiç umudunu kesmeden, hep yeniden yeniden önüme sürüyor oluşuna, aslında şükran duydum. Çünkü o dersler olmasa, ben bugünkü ben olamaz, bu kadar insana dokunamazdım....
Ve evet yalnızlık.... Yalnızlık hissi benim yaşamımın ilk yıllarında edindiğim bir yara. Aidiyetsizlik hissi de aynı yaranın fissürlerinden biri. Bağlanamamak, hep bir güvenli mesafe bırakma ihtiyacı da bir başkası.. En beteri de elbette öfke, ki aslında maskesini çıkartsa göreceksin, o aslında basit bir üzüntü, çok büyük, basit bir üzüntü...... Tüm bunlar benim yaralarım ve bir anlamda beni ben yapan yanlarım.
Herkeste var bu yaraların benzerleri... Kimsenin hayatı çiçek bahçesi değil. Murathan Mungan'ın hangisiydi hatırlamıyorum ama bir masal kitabında geçiyordu; insan hayatı iki bölümdür ve ikinci yarı, birincinin tam tersi, geri ödemesidir der.. Ben de inanırım buna. Bazen önce "alamazsın" ama ikinci yarıda "alırsın", bazen de alırsın, alırsın, alırsın ama ikinci yarı verme zamanıdır...
Benim için de böyle oldu sanırım, ilk yarıda aldıklarımı vermeye, alamadıklarımı almaya çalışıyorum bugünlerde.... Ve Allah baba da dikkatle izliyor, biliyorum.
Sanırım bu blog, biraz da vermek için......
bizim senle "anane" tutkumuz ortaktır, malum. onların içimize yerleştirdikleri "Allah baba" sevgisi de öyleymiş, öğrendim, gülümsedim :)
ReplyDelete:) ya bu blogda da bambaşka bir tat var..dibsiz kuyu gibisin, yada çeşit çeşit renklerden oluşmuş bir ip yumağı gibi..çözüldükçe yahut çözdükçe başka bir telvin başka bir neşve..eyvallah..sessizce dinleyeceğim, burdayım..bil diye dedim..
ReplyDelete♡
ReplyDelete