Eda

Her sabah, her öğlen, her ikindi, her akşam ve her gece aynı saatte mutfak camımın önünden geçiyor. Biblo gibi zarif, narin, nahif, naif. 

Türkçe bir ismi olsa, Eda olurdu. Öyle bir edâ ki, bir salınmasıyla, insanın içindeki buzdağları kırılıyor, tuzla buz oluyor.. Hani denizin altındayken duyduğun, insanın içine sonsuz bir huzur veren, küçük taşların sakince tıkır tıkır tıkır yuvarlanma sesi vardır ya.. Öyle bir huzurla doluyor içim, onun tıkır tıkır ayak seslerini her duyuşumda. 

Duyuş dediysem, bildiğin duyuş değil elbet. Aramızda bir bahçe, bir yalıtımlı ev duvarı, bir pencere (karasinekler dalmasın diye bu sıra sürekli kapalı duran)... Duymak; bazen kulaksız yapılan bir eylem..... Duyma hissi. Tıkır tıkır tıkır, bir farecik gibi usul.

Usulcacık, narincecik bu kızın varlığından bile haberim olmazdı ya, ufacık Jack Russell köpeği olmasa.. 8 haftalık bir köpek; kızdan bile narin, kızdan bile ufacık tefecik, içi dolu turşucuk. Hev hev hev. Henüz hav bile diyemiyor, öyle bir minicik.. İkisi birlikte günün beş vakti, tıkır tıkır, hev hev, mırıl mırıl... 

Bu sabah çaktırmadan fotoğrafını çekiyorum Eda'nın. Çünkü onu sana göstermek istiyorum, gör istiyorum.

Bazı insanın içine ne çok annelik sığıyor! 

Köpecik, kızın kollarında, sözümona, yürüyüşe çıkıyor. Yürüyen aslında sadece kız. Köşedeki parkın, çimenleri en yumuşacık noktasında kucaktan azıcık indiriliyor, bir iki adımla sağa, bir iki adımla sola, hop geri kucağa. Günde 5 vakit, böyle. Annelik sadece korumak kollamak değil, öğretmek de. Dışarıya alıştırmak kızın bu yaptığı. Seslere, kokulara, insanlara ve elbette sokaktaki diğer hayvanlara alıştırmak. Üç dört ay sonra gör sen bu ikisini, hop hop koşturacaklar o çimenlerde.

Onlara bakarken, düşünüyorum: bu ikisi, biraz da anne ile bebek gibi. Ama anne rolündeki kız, daha kendisi de bebek gibi.. Tuhaf bir simbiyotik örüntü. Hayır hayır. Belki anneden çok, zamanından çok önce anne olmak zorunda kalmış, kendi de aslında küçücük bir çocuk olan bir ablayı hatırlatıyor bu kız bana. Anne yokluğunda, ki bu fiziksel olabilir ama bir de duygusal anne yokluğu vardır ya, varken yokluk hani.. En fenası.. Evet, anne yokluğunda, annenin rolünü üstlenmek zorunda kalmış bir ablayı hatırlatıyor bu kız bana. Olgunlaşmadan anne olmuş bir kız çocuğu, bir tür Bakire Meryem Ana.. Ya da; Adanmışlık. 

Kıza baktıkça, tüm Bakire Meryem'leri, küçük anneleri düşünüyorum. Kardeşine annelik yapan küçük ablaları. Zamanından çok önce büyümek zorunda kalan kız çocuklarını. Bebeklerle oynaması gereken yaşta, bebek kardeşine bakmak zorunda kalan minicik kızları.. 

Sorumluluk. Tanrım kız çocuk olmak, kadın olmak, ne zor iş......

*

Fakat Eda öyle değil. Farklı bir coğrafyada, farklı bir sosyo ekonomik kültürde doğmanın ayrıcalığını yaşıyor Eda. Önce doya doya bebekleriyle oynamanın, büyüyüp de artık bebekle oynama yaşı geçtiğinde de eline koluna ufacık bir köpek takıp, ona annelik oynamanın ayrıcalığını yaşıyor. İşi gücü bu Eda'nın; günün beş vakti, köpeğini hayata hazırlamak, onunla oynamak, kucaklamak, öpmek, sevmek.  İşi gücü bu....... Tanrım, kız çocuk olmak, kadın olmak, bazen de ne kolay iş......

İş dönüp dolaşıp coğrafyaya dayanıyor ya... Ne bileyim.... Eda'nın hikayesini yazabilmek için, coğrafyayı anlamam gerekiyor önce. Yoksa coğrafyayı anlamak için Eda'nın hikayesine mi bakmalı? Hangisi önden geliyor? Bilmiyorum.

Bildiğim tek şey; şu kızdan bana tıp tıp tıp, damla damla, sakin sakin akan çocuksu huzur.......... 

Dertsizliğin, tasasızlığın, gençliğin, çocukluğun, zamanından önce büyümek zorunda kalmamanın saf huzuru.

Temmuz, 2025 - Münih

Comments

Post a Comment

Popular posts from this blog

Beni yazsana... dedi.

Girizgâh

İlk o..