Manuel: Kucaklaşma Terapisi
Manuel ile bundan tam 17 sene önce, Avustralya'da tanıştık.. Hay Street'teki kocaman bir odadan ve ufak bir banyodan oluşan ilk evimizde komşumuzdu ve eşim gibi o da Münih'li bir Almandı. Avustralya'da arkadaş olmak için bunlar tahmin edersin ki, yeterli sebeplerdi :)
Manuel, Maden Mühendisidir ve o zamanlar ayın 3 haftası Avustralya'nın kuzeyinde, kimsenin yaşamadığı Broom kasabasında beraberindeki 100 erkek işçisi ile maden arıyordu, son 1 haftası ise Perth kentine - yeniden insan arasına - dönüyor, insan gibi duş alıyor, yemek yiyor, sosyalleşiyordu.
Biz ikimiz, 180 derece zıt insanlar olmamıza rağmen, çok yakın arkadaştık ve ayın 1 haftası birlikte şehrin ve şehre yakın yerlerin altını üstüne getiriyorduk. Kent mezarlığında etrafımızda kangurular zıplarken piknikler mi yapmadık, kış ortası buz gibi okyanusta, etrafımızda penguenlerle mi yüzmedik? Baharda vahşi çiçekleri izlemeye bir gün içinde motorsikletle 500km yol mu gitmedik..? Manuel her zaman, her koşulda, en keyifli dostluğu sundu bana ve hiç karşılık beklemedi... Hatta kız arkadaşı (ve şimdiki eşi) ile de ilk beni tanıştırdı, ilk benden "onay" istedi ve ben Zoe'yi de Manuel kadar sevdim. Zoe de beni....
Manuel çok tombuldur. Yani obezite seviyesinden bahsediyorum.. Zoe de aynen onun gibi tombuldu. İkisi hani Shrek vardır ya, aynen o ikisi gibiydiler.. Tombul ve inanılmaz tatlı insanlar... Bense o yıllarda 43 kiloydum ve anoreksiya ile mücadelemi bir kazanıyor, bir kaybediyordum... Manuel ve Zoe'nin tombulluğu ve benim iskelet gibi bedenim de birbirine zıttı yani..
Ve ben çocukluğumdan beri bedensel alanımla ilgili ciddi bir mesafe ihtiyacı içindeyim.. Dokunulmaktan, sarılmaktan, mıç mıç içiçe oturmaktan, hatta biriyle konuşurken aramda en az bir metrelik bir mesafe olmamasından falan acaip rahatsız olurum. Çok yakınım olmadıkça kucaklaşmalar, öpüşmeler de beni gerer açıkcası. Ve Manuel..... bunu fark ettiği andan itibaren, korkunç bir huy edindi. Koşarak gelip bana sarılıp havaya kaldırıp döndürmek ve beni rica ve yalvarmalarıma rağmen, ben "çırpınmayı bırakıp tamamen teslim olana dek" asla yere indirmemek.... Ve her sefer. İstisnasız.
Bana durup durup "sarılmak şahanedir, ben sana bunu öğreteceğim" diyip durdu ve ben her sefer, kaskatı, kemik kemik, çırpındım durdum. Benim için bu "sarılma seansları" büyük bir çaresizlik, kontrolün tamamen elimden yitmesi anlamına geliyordu ve gerçekten çok rahatsız oluyordum. Fakat bir süre sonra, öğrendim. Baktım çırpındıkça uzuyor iş, o bana sarılır sarılmaz kendime "şimdi şu kasını gevşet, şimdi sen de ona sarıl, tamam oh geçti bitti.." demeye başladım ve işe yaradı! Kucaklaşma seanslarımız yine büyük bir "iştahla" (benim tarafımdan: panikle) başlasa da, daha kısa sürede sıyrılmayı başardım...
Tabii aradan yıllar geçti, ikişer çocuğumuz oldu, bu sene onlar "Münih'te bir 6 ay macerası" yaşamaya karar verdiler, buraya taşındılar... Sanırsın ki bunca seneden sonra, Manuel değişmiştir... Yok. Asla. Manuel beni gördüğü ilk an koştu koştu ve benim tüm "hayır aman yok"larıma rağmen, tuttu kaldırdı beni yine havaya.... "Manuel bırak artık 50 kiloyum, çimento torbası eder, yapma etme, beline yazık!" Yok. Dinlemedi...... Çocuklarım bu sahne karşısında önce şok oldular, sonra çevremizde 4 çocuk 2 yetişkin "ha ha ha ha", "anneme bak havada", "inemiyoooo"... Ayh......
Fakat itiraf edeyim..... Özlemişim. Manuel'i ve Manuel'in kucaklaşma terapisini, sıcak, yumuşak, tombul birine sarılmayı (ananem gibi), bana rağmen beni sevmeyi başaran birinin "inadını" hissetmeyi, çok özlemişim...... Manuel'e ve tüm şişman, sıcak, yumuşak insanlara sarılmayı çok özlemişim..... Ben ananemi, çok özlemişim!
Hamiş. Şahane bir çocuk kitabı vardır. Little Miss Hug. Burada küçük bayan sarılan, herkese bol bol sarılır, herkes de mutlu olur.
Bir kişi hariç: Bay huysuz. Bay huysuzun yine homur homur homurdandığı bir gün, Küçük Bayan Sarılan onu mutlu etmek için koşar koşar sarılır, daha doğrusu sarılamaz çünkü Bay Huysuz çok huysuzca bir tepki verir.
Küçük Bayan Sarılan neye uğradığını anlayamaz ve şaşkınlıkla elinden başka bir şey gelmediği için, tüm homurdanmalara rağmen, yine sarılır.. Bay Huysuz yine homurdanır homurdanır ittirir kurtulmaya çalışır derken, birden, içine ılık ılık birşeyler dolar ve hayatında ilk defa bay huysuz kızarır ve gülümser....
Kitabın sonunda da Bay Huysuz Bayan Sarılgana "yarım bir şekilde" sarılmayı başarır, yani tek koluyla Bayan Sarılan'ın omzuna dokunmayı başarır....
Bu biraz da benim hikayem sanırım :)
İşin buraya varması--> "Ben ananemi, çok özlemişim!" Gözlerim doldu. Dokunulmaktan hoşlanmayan biri olarak sıkıca sarıldım :)
ReplyDeleteay manuelle arkadaş olmak istedim. ne güzelmiş. ben zaten sarılmayı severim bilirsin :) böyle insanlar varken çevremde mest oluyorum. bir önceki üniversitemde bilgi işlem müdürümüz de böyle iri yarı ve benim çok iyi anlaştığım bir adamdı. dekan olduğum haberini gelip bana sarılıp havada döndürerek yapmıştı. en eğlenceli kutlamaydı sanırım :)
ReplyDeleteilk karşılaşmamızda sana sıkı sıkı sarılacağım, haberin olsun :)
Valla ben de sarılacağım, kurtulamazsın! Hatta gıdıklayabilirim bile... :)))
ReplyDelete