Posts

Manuel: Kucaklaşma Terapisi

Image
Manuel ile bundan tam 17 sene önce, Avustralya'da tanıştık.. Hay Street'teki kocaman bir odadan ve ufak bir banyodan oluşan ilk evimizde komşumuzdu ve eşim gibi o da Münih'li bir Almandı. Avustralya'da arkadaş olmak için bunlar tahmin edersin ki, yeterli sebeplerdi :)  Manuel, Maden Mühendisidir ve o zamanlar ayın 3 haftası Avustralya'nın kuzeyinde, kimsenin yaşamadığı Broom kasabasında beraberindeki 100 erkek işçisi ile maden arıyordu, son 1 haftası ise Perth kentine - yeniden insan arasına - dönüyor, insan gibi duş alıyor, yemek yiyor, sosyalleşiyordu.  Biz ikimiz, 180 derece zıt insanlar olmamıza rağmen, çok yakın arkadaştık ve ayın 1 haftası birlikte şehrin ve şehre yakın yerlerin altını üstüne getiriyorduk. Kent mezarlığında etrafımızda kangurular zıplarken piknikler mi yapmadık, kış ortası buz gibi okyanusta, etrafımızda penguenlerle mi yüzmedik? Baharda vahşi çiçekleri izlemeye bir gün içinde motorsikletle 500km yol mu gitmedik..? Manuel her zaman, her koşuld...

Bir Garip Christian Veli

Image
Bu eve geçeli 6 sene bitti, demek ki 6 senedir tanışıyoruz.. İlk ne zaman tanıştık emin olamasam da, nasıl tanıştığımızı çok iyi hatırlıyorum. Sokağa açılan, iki metre enindeki, perdesiz mutfak pencerem sayesinde. Çünkü o pencerenin önünde yemek için bir şeyler hazırlarken ya da çayımı alıp dalgın dalgın dışarıyı izlerken, gelip geçen, gelip geçerken de selam veren, gülümseyen, hatta el sallayan insanlarla bir şekilde etkileşime geçmek durumunda kalıyorum hep. Doğrusu bu ya, evin de en sevdiğim yeri, bu pencerenin önü... İşte bu pencere sayesinde tanıştığım onlarca insandan biri de Christian Veli. Elbette şairliğinden, yazarlığından, durup durup meselenin tam göbeğinden vuruşundan, Veli. Yoksa yedi göbek, on kuşak, hakiki Alman, kendisi. Christian Veli, Garip akımından olmasa da, Garip bir insan.. Fakir anlamında değil onun garipliği, hakikaten tuhaf, değişik, nevi şahsına münhasır bir insan oluşundan... Christian, günde beş vakit, toplamda iki üç saat dışarıda, "yürüyen" bir...

Aslan

Image
Oğlumun arkadaşı Aslan (tabii ki adı bu değil ama görüntüsü tam bir Aslan olduğu için ona bu adı uygun gördüm) 9 yaşında, uzun ve atletik yapılı, aşırı derecede sevimli, sempatik ve güler yüzlü bir çocuk. Aslan'ın elinden türlü iş geliyor; bir bakıyorsun sihirbazlık öğrenmiş, bir bakıyorsun bozuk elektronikleri tamir etmeyi, bir bakıyorsun akvaryum balıkları hakkında sana profesörler gibi ders verebiliyor.. Fakat Aslan'ın bir sorunu var. O, ilaçlarını almadığı zaman, beş dakika yerinde sabit duramayan, bir işe iki dakikadan fazla konsantre olamayan, sık sık kendini ve sıklıkla başkalarını yaralayan, herşeyini biryerlerde unutup kaybeden bir başka çocuğa dönüşüyor. Aldığı ilaçlar ise, onu sakinleştiriyor sakinleştirmesine ama aynı zamanda da Aslan olmaktan çıkartıp, başka bir çocuğa dönüştürüyor.. Aslan'ı ilaçlardan önce ve sonra tanımış olan herkes, bu farklılığı hemen görüyor ve hem şaşırıyor, hem üzülüyor, hem seviniyor, tam ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini ve mutlak ...

Abuk bir hikaye kahramanı olarak; Dilara

Image
Asıl adı Dilara değil elbette ama Dilara ismi "Gönül Alan" anlamına geliyor diye uygun gördüm ona. Çünkü bugün gönlümü aldı..... az biraz da aklımı. Aslında birkaç sene önce çocuklarımız nedeniyle tanıştık, sonra ben ona onun değimiyle "en büyük iyilik"i yaptım - ki bence gayet de görevimi yaptım diyebileceğim bir konuydu, sonra o, girişteki pencereme ara sıra habersiz bir şekilde çiçek buketleri bırakmaya başladı. Hep "gel bir kahveye" desem de sürekli işi vardı, koşturuyordu, malum çocuklar, eşi uzakta çalışıyor derken, beni de davet etmedi çünkü "evi hep dağınık"tı ona göre - halbuki ben böyle şeylere hiç dikkat de etmem, önem de vermem.. Ama bir türlü 4-5 sene boyunca o ev hiç düzenlenemedi, yeterince hiç temiz olmadı, bana layık görülmedi.... Titizdi, bildiğin. Ne kadar temizlese düzenlese bile yeterli değildi kendi gözünde... Olabilir dedim, ısrar etmedim ama gözden ırak gönülden ırak nedeniyle, günden güne de koptuk gittik. Sonra ben işte...

Cenk de benim kıymığım işte..

Image
Çocuk yaşta yaşadığım dostlukları tüm yaşama genelleyip, o dostları baz alıp, sonradan hayatıma giren tüm erkekleri onlarla bir sanmak; sanırım erkekler konusunda, hayatımın en büyük yanılgılarından biri oldu… Bana eskiden sorsan “kadınlarla erkekler salt arkadaş olabilirler mi?” diye, seni küçümser, “tabii ki!” derdim. Fakat hem çevreme, hem de kendi yaşadıklarıma baktığımda bugün o kadar da net değilim bu konuda. 20-40 yaş arasındaki kadınların erkeklerle ilişkileri, hormonlar ve cinsellikle şekilleniyor; bu nedenle salt arkadaşlıklar çok zor kuruluyor; bugün yani 46 yaşımda, ben buna inanıyorum. Şu an bulunduğum noktada; araya cinsellik ya da en azından bunun umudu girmedikçe, erkeklerin (haydi insaflı ve umutkâr davranayım; %99’unun diyeyim) kadınları arkadaş olarak algılayamadıklarına eminim. Kadınların da benzer şekilde, erkekleri arkadaş olarak görmeleri için yine belli hormonların belli düzeye henüz ya ulaşmamış olması ya da artık gücünü yitirmesi gerekiyor.. Bence. Bugün buna ...

Eda

Image
Her sabah, her öğlen, her ikindi, her akşam ve her gece aynı saatte mutfak camımın önünden geçiyor. Biblo gibi zarif, narin, nahif, naif.  Türkçe bir ismi olsa, Eda olurdu. Öyle bir edâ ki, bir salınmasıyla, insanın içindeki buzdağları kırılıyor, tuzla buz oluyor.. Hani denizin altındayken duyduğun, insanın içine sonsuz bir huzur veren, küçük taşların sakince tıkır tıkır tıkır yuvarlanma sesi vardır ya.. Öyle bir huzurla doluyor içim, onun tıkır tıkır ayak seslerini her duyuşumda.  Duyuş dediysem, bildiğin duyuş değil elbet. Aramızda bir bahçe, bir yalıtımlı ev duvarı, bir pencere (karasinekler dalmasın diye bu sıra sürekli kapalı duran)... Duymak; bazen kulaksız yapılan bir eylem..... Duyma hissi. Tıkır tıkır tıkır, bir farecik gibi usul. Usulcacık, narincecik bu kızın varlığından bile haberim olmazdı ya, ufacık Jack Russell köpeği olmasa.. 8 haftalık bir köpek; kızdan bile narin, kızdan bile ufacık tefecik, içi dolu turşucuk. Hev hev hev. Henüz hav bile diyemiyor, öyle bir m...

Beni yazsana... dedi.

Image
Kadın: "Aslında seninle ilk karşılaştığımız gün karar vermiştim yazmaya. Sonra aradan bir ay geçti ve ben kimden başlayacağımı bilemediğim için, kimseyi yazamadım... Şimdi de, gerçekten iyi bir fikir olup olmadığından eskisi kadar emin değilim" deyince, Adam: "Beni yazsana...." deyiverdi. "İyi de ne yazacağım ki senin hakkında, çok uçuşkansın, iki üç bilgi kırıntısı, güzel bir gülümseme.. Bunlarla dolmaz ki.." dedi Kadın. "E anlatayım o zaman?" dedi Adam ve yaklaşık iki saat, durmadan, duraksız, konuştu.... Ve Kadın dinledi, bir iki soru sordu bazen ama genelde dinledi. Yürüdüler uzun uzun.. Adam İsviçre'de doğmuş, büyümüştü. Kadından küçüktü ve birinci dünya ülkesinde büyüyen her çocuk gibi, büyürken habersizdi birçok şeyden. Pamuklara sarmıştı onu annesi, hayır pamuklara değil, ipek kozasına sarmıştı. Güvenli, sıcak, sakin bir koza içinde saklamıştı. Çünkü İtalyandı annesi, İtalyanlar da Türkler gibi, çocuklarını sıkı sıkı duygusal kundakla...